Tüyler ürperten hikaye
2 posters
1 sayfadaki 1 sayfası
Tüyler ürperten hikaye
Sultan Murad Han o gün bir hoştur. Telaşeli görünür. Sanki bir
şeyler
söylemek ister sonra vazgeçer. Neşeli deseniz değil, üzüntülü
deseniz
hiç
değil. Veziriazam Siyavuş Paşa sorar:
- Hayrola efendim, caninizi sikan bir şey mi var?
- Aksam garip bir rüya gördüm.
- Hayırdır inşallah?..
- Hayır mı şer mi öğreneceğiz.
- Nasıl yani?
- Hazırlan, dışarı çıkıyoruz.
..... Ve iki molla kılığında çıkarlar yola. Görünen o ki
padişah hâlâ
gördüğü rüyanın tesirindedir ve gideceği yeri iyi bilir. Seri,
kararlı
adımlarla Beyazıt'a çıkar, döner Vefa'ya, Zeyrek'ten aşağılara
sallanır.
Unkapanı civarında soluklanır. Etrafına daha bir dikkatle
bakınır. iste
tam
o sırada yerde yatan bir ceset gözlerine batar. Sorarlar;
- Kimdir bu?
Ahali:
- Aman hocam hiç bulaşma, derler. Ayyaşın meyhuşun biri
iste!..
- Nerden biliyorsunuz?
- Müsaade et de bilelim yani. Kırk yıllık komşumuz.
Bir başkası tafsilata girer;
- Biliyor musunuz, der. Aslında iyi sanatkardır. Azaplar
Çarşısı'nda
çalışır. Nalının hasını yapar... Ancak kazandıklarını içkiye,
fuhuşa
harcar. Hem sise sise şarap taşır evine, hem de nerde namlı
mimli kadın
varsa takar peşine.. Hele yaşlının biri çok öfkelidir.
- isterseniz komşulara sorun, der. Sorun bakalım onu bir
cemaatte gören
olmuş mu?.. Hasılı, mahalleli döner ardını gider. Bizim
tebdili kıyafet
mollalar kalırlar mi ortada!..
Tam vezir de toparlanıyordur ki padişah yolunu keser:
- Nereye?
- Bilmem, bu adamdan uzak durmayı yeğlersiniz sanırım.
- Millet bu, çeker gider. Kimseye bir şey diyemem... Ama biz
gidemeyiz,
söyle veya böyle tebamızdır.
Defini tamamlamak gerek.
- iyi ya, saraydan birkaç hoca yollar kurtuluruz vebalden.
- Olmaz, rüyadaki hikmeti çözemedik daha.
- Peki ne yapmamı emir buyurursunuz?
- Mollalığa devam... Naaşı kaldırmalıyız en azından.
- Aman efendim, nasıl kaldırırız?
- Basbayağı kaldırırız iste.
- Yapmayın etmeyin sultanim, bunun yıkanması paklanması var.
Tekfini,
telkini...
- Merak etme ben beceririm. Ama önce bir gasil hane
bulmalıyız.
- Şurada bir mahalle mescidi var ama...
- Olmaz, vefat eden sen olsaydın nereden kalkmak isterdin?
- Ne bileyim, Ayasofya'dan Süleymaniye'den, en azından Fatih
Camii'nden...
- Ayasofya ile Süleymaniye'de devlet erkanı çoktur. Tanınmak
istemem.
Ama
Fatih Camii'ni iyi dedin.
Hadi yüklenelim... Ve gelirler camiye. Vezir sağa sola
koşturur, kefen
tabut bulur. Padişah bakır kazanları vurur ocağa... Usulü
erkanınca bir
güzel yıkarlar ki, naaş ayan beyan güzelleşir sanki. Bir
nurdur
aydınlanır
alnında. Yüzü sâkilere benzemez. Hem manâlı bir tebessüm
okunur
dudaklarında. ..... Padişahın kani ısınmıştır bu adama,
vezirin de
keza...
Meçhul nalıncıyı kefenler, tabutlar, musalla taşına
yatırırlar. Ama
namaz
vaktine hayli vardır daha... Bir ara vezir sıkıntılı sıkıntılı
yaklaşır.
- Sultanim, der. Yanlış yapıyoruz galiba...
- Nasıl yani?..
- Heyecana kapıldık, sorup soruşturmadan buraya getirdik
cenazeyi. Kim
bilir belki hanimi vardir, belki yetimleri?..
- Doğru, öyle ya, neyse... Sen başını bekle, ben mahalleyi
dolanıp
geleyim.
Vezir cüzüne, tespihine döner, padişah garip maceranın
başladığı noktaya
koşar. Nitekim sorar soruşturur. Nalıncının evini bulur.
Kapıyı yaşlı
bir
kadın acar. Hadiseyi metanetle dinler. Sanki bu vefatı bekler
gibidir.
- Hakkini helal et evladım, der. Belli ki çok yorulmuşsun.
Sonra eşiğe
çöker, ellerini yumruk yapar. şakaklarına dayar... Ağlar mi?
Hayır. Ama
gözleri kısılır, hatıralara dalar belki. Neden sonra silkinip
çıkar
hayal
dünyasından...
- Biliyor musun oğlum? Diye dertli dertli söylenir... Bizim
efendi bir
âlemdi, vesselam... Aksamlara kadar nalın yapar... Ama birinin
elinde
şarap
şişesi görmesin; elindekini avucundakini verir satin alirdi.
Sonra
getirip
dökerdi helaya!..
- Niye?
- Ümmeti Muhammed içmesin diye...
- Hayret...
- Sonra, malum kadınların ücretlerini öder eve getirirdi. Ben
sizin
zamanınızı satın aldım mi? Aldım, derdi. Öyleyse simdi
dinlemeniz
gerek...
O çeker gider, ben menkîbeler anlatırdım onlara... Mızraklı
ilmihal.
Hücceti İslam okurdum...
- Bak sen! Millet ne sanıyor halbuki...
- Milletin ne sandığı umurunda değildi. Hoş, o hep uzak
mescitlere
giderdi.
Öyle bir imamın arkasında durmalı ki, derdi. Tekbir alırken
Kabe'yi
görmeli...
- Öyle imam kaç tane kaldı şimdi?
- iste bu yüzden Nişanci'ya, Sofular'a uzanırdı ya... Hatta
bir gün;
- Bakasın efendi, dedim. Sen böyle böyle yapıyorsun ama
komşular kötü
belleyecek. inan cenazen kalacak ortada...
- Doğru, öyle ya?..
- Kimseye zahmetim olmasın, deyip mezarını kendi kazdı
bahçeye. Ama ben
üsteledim. is mezarla bitiyor mu, dedim. Seni kim yıkasın, kim
kaldırsın?
- Peki o ne dedi?
- Önce uzun uzun güldü, sonra;
- Allah büyüktür hatun, dedi. Hem padişahın işi ne
şeyler
söylemek ister sonra vazgeçer. Neşeli deseniz değil, üzüntülü
deseniz
hiç
değil. Veziriazam Siyavuş Paşa sorar:
- Hayrola efendim, caninizi sikan bir şey mi var?
- Aksam garip bir rüya gördüm.
- Hayırdır inşallah?..
- Hayır mı şer mi öğreneceğiz.
- Nasıl yani?
- Hazırlan, dışarı çıkıyoruz.
..... Ve iki molla kılığında çıkarlar yola. Görünen o ki
padişah hâlâ
gördüğü rüyanın tesirindedir ve gideceği yeri iyi bilir. Seri,
kararlı
adımlarla Beyazıt'a çıkar, döner Vefa'ya, Zeyrek'ten aşağılara
sallanır.
Unkapanı civarında soluklanır. Etrafına daha bir dikkatle
bakınır. iste
tam
o sırada yerde yatan bir ceset gözlerine batar. Sorarlar;
- Kimdir bu?
Ahali:
- Aman hocam hiç bulaşma, derler. Ayyaşın meyhuşun biri
iste!..
- Nerden biliyorsunuz?
- Müsaade et de bilelim yani. Kırk yıllık komşumuz.
Bir başkası tafsilata girer;
- Biliyor musunuz, der. Aslında iyi sanatkardır. Azaplar
Çarşısı'nda
çalışır. Nalının hasını yapar... Ancak kazandıklarını içkiye,
fuhuşa
harcar. Hem sise sise şarap taşır evine, hem de nerde namlı
mimli kadın
varsa takar peşine.. Hele yaşlının biri çok öfkelidir.
- isterseniz komşulara sorun, der. Sorun bakalım onu bir
cemaatte gören
olmuş mu?.. Hasılı, mahalleli döner ardını gider. Bizim
tebdili kıyafet
mollalar kalırlar mi ortada!..
Tam vezir de toparlanıyordur ki padişah yolunu keser:
- Nereye?
- Bilmem, bu adamdan uzak durmayı yeğlersiniz sanırım.
- Millet bu, çeker gider. Kimseye bir şey diyemem... Ama biz
gidemeyiz,
söyle veya böyle tebamızdır.
Defini tamamlamak gerek.
- iyi ya, saraydan birkaç hoca yollar kurtuluruz vebalden.
- Olmaz, rüyadaki hikmeti çözemedik daha.
- Peki ne yapmamı emir buyurursunuz?
- Mollalığa devam... Naaşı kaldırmalıyız en azından.
- Aman efendim, nasıl kaldırırız?
- Basbayağı kaldırırız iste.
- Yapmayın etmeyin sultanim, bunun yıkanması paklanması var.
Tekfini,
telkini...
- Merak etme ben beceririm. Ama önce bir gasil hane
bulmalıyız.
- Şurada bir mahalle mescidi var ama...
- Olmaz, vefat eden sen olsaydın nereden kalkmak isterdin?
- Ne bileyim, Ayasofya'dan Süleymaniye'den, en azından Fatih
Camii'nden...
- Ayasofya ile Süleymaniye'de devlet erkanı çoktur. Tanınmak
istemem.
Ama
Fatih Camii'ni iyi dedin.
Hadi yüklenelim... Ve gelirler camiye. Vezir sağa sola
koşturur, kefen
tabut bulur. Padişah bakır kazanları vurur ocağa... Usulü
erkanınca bir
güzel yıkarlar ki, naaş ayan beyan güzelleşir sanki. Bir
nurdur
aydınlanır
alnında. Yüzü sâkilere benzemez. Hem manâlı bir tebessüm
okunur
dudaklarında. ..... Padişahın kani ısınmıştır bu adama,
vezirin de
keza...
Meçhul nalıncıyı kefenler, tabutlar, musalla taşına
yatırırlar. Ama
namaz
vaktine hayli vardır daha... Bir ara vezir sıkıntılı sıkıntılı
yaklaşır.
- Sultanim, der. Yanlış yapıyoruz galiba...
- Nasıl yani?..
- Heyecana kapıldık, sorup soruşturmadan buraya getirdik
cenazeyi. Kim
bilir belki hanimi vardir, belki yetimleri?..
- Doğru, öyle ya, neyse... Sen başını bekle, ben mahalleyi
dolanıp
geleyim.
Vezir cüzüne, tespihine döner, padişah garip maceranın
başladığı noktaya
koşar. Nitekim sorar soruşturur. Nalıncının evini bulur.
Kapıyı yaşlı
bir
kadın acar. Hadiseyi metanetle dinler. Sanki bu vefatı bekler
gibidir.
- Hakkini helal et evladım, der. Belli ki çok yorulmuşsun.
Sonra eşiğe
çöker, ellerini yumruk yapar. şakaklarına dayar... Ağlar mi?
Hayır. Ama
gözleri kısılır, hatıralara dalar belki. Neden sonra silkinip
çıkar
hayal
dünyasından...
- Biliyor musun oğlum? Diye dertli dertli söylenir... Bizim
efendi bir
âlemdi, vesselam... Aksamlara kadar nalın yapar... Ama birinin
elinde
şarap
şişesi görmesin; elindekini avucundakini verir satin alirdi.
Sonra
getirip
dökerdi helaya!..
- Niye?
- Ümmeti Muhammed içmesin diye...
- Hayret...
- Sonra, malum kadınların ücretlerini öder eve getirirdi. Ben
sizin
zamanınızı satın aldım mi? Aldım, derdi. Öyleyse simdi
dinlemeniz
gerek...
O çeker gider, ben menkîbeler anlatırdım onlara... Mızraklı
ilmihal.
Hücceti İslam okurdum...
- Bak sen! Millet ne sanıyor halbuki...
- Milletin ne sandığı umurunda değildi. Hoş, o hep uzak
mescitlere
giderdi.
Öyle bir imamın arkasında durmalı ki, derdi. Tekbir alırken
Kabe'yi
görmeli...
- Öyle imam kaç tane kaldı şimdi?
- iste bu yüzden Nişanci'ya, Sofular'a uzanırdı ya... Hatta
bir gün;
- Bakasın efendi, dedim. Sen böyle böyle yapıyorsun ama
komşular kötü
belleyecek. inan cenazen kalacak ortada...
- Doğru, öyle ya?..
- Kimseye zahmetim olmasın, deyip mezarını kendi kazdı
bahçeye. Ama ben
üsteledim. is mezarla bitiyor mu, dedim. Seni kim yıkasın, kim
kaldırsın?
- Peki o ne dedi?
- Önce uzun uzun güldü, sonra;
- Allah büyüktür hatun, dedi. Hem padişahın işi ne
Admin- Admin--Onur
- Mesaj Sayısı : 111
Yaş : 28
Kayıt tarihi : 20/10/08
Kişi sayfası
Eğlence:
(9223372036854775807/9223372036854775807)
emret- Acemi
- Mesaj Sayısı : 39
Yaş : 29
Nerden : istanbuL
Kayıt tarihi : 26/10/08
Kişi sayfası
Eğlence:
(1/10)
Geri: Tüyler ürperten hikaye
gerçektende insanın tüyleri diken diken oluyo ben okudum!!
Admin- Admin--Onur
- Mesaj Sayısı : 111
Yaş : 28
Kayıt tarihi : 20/10/08
Kişi sayfası
Eğlence:
(9223372036854775807/9223372036854775807)
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz